Önümüzdeki günlerde dondurucu soğukların geleceği söyleniyor. Sıkı giyinin ve kendinize dikkat edin.
Bu hafta size harika bir haberimiz var. Amors referans programını uzun uğraşlar sonunda yayına almayı başardık ve sizin için harika hediyeler tasarladık.
Artık arkadaşlarınızı bültenimize abone yaptığınızda çeşitli hediyeler sizi bekliyor olacak. Size özel tanımladığımız linki kopyalayıp paylaşmak için mailin en sonuna bakabilirsiniz.
Keyifli okumalar.
Bakan Koca yaptığı açıklamada ülkemizde Kovid-19 toplam vaka sayısının 2 milyon 500 bini geçtiğini söyledi. Dünyada genel durum ise şöyle.
Yemen'de ABD'nin desteği ile savaşan Suudi Arabistan yalnız kaldı, ABD istihbarat ve asker desteğini çekti.
Polislik sınavında yaptığı usulsüzlükler nedeniyle 48 FETÖ'cüye tutuklama kararı verildi.
Milli imkanlarla geliştirilen taarruz güdümlü Atmaca mermisinin TCG Kınalıada Korvetinden harp başlıklı ilk atış yapıldı.
Karadeniz'deki hamsi avı yasağı 7 Şubat saat 00.01'den itibaren sona erdi.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, Filistin topraklarında işlenen suçlar için mahkemenin yargı yetkisinin olduğuna hükmetti. İsrail "Bizi yargılarsanız bu antisemitizm olur,” diyerek karara itiraz etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan '2023'te Ay'a gidiyoruz' diyerek Milli Uzay Programı'nı duyurdu.
Göbeklitepe'deki tarlada bulunan ve gizemli şekilde ortadan kaybolan monolitin ne olduğu 'Milli Uzay Programı Tanıtım Toplantısı'nda belli oldu.
Filipinler’de öğrenciler mezun olabilmek için en az 10 ağaç dikmek zorunda.
Çin’in sistematik baskı ve asimilasyon politikalarına maruz kalan toplama kampı mağduru Doğu Türkistanlılar, Çin’in Ankara Büyükelçiliği önündeki eylemlerine devam ediyor. 3 Şubat’ta başlayan eylemin 9. gününde, izinsiz gösteri yapıldığı gerekçesiyle polis müdahalede bulundu.
Basın açıklamasının ardından polis, eylemin acilen bitirilmesini isteyerek “Yeteri kadar sesinizi duyurdunuz, son verin,” dedi. Bunun üzerine Uygur aktivistler “Biz sesimizi duyurmak için değil, ailemizi kurtarmak için buradayız,” dedi.
Çin Büyükelçiliği eylemlere katılanlara militan yaftası yapıştırdığı açıklamada "Çin ile Türkiye dostluk ilişkilerinin kıymetini bilerek bunu koruyacağını ümit ediyor ve inanıyoruz," dedi.
Emeğimizin boşa gittiği işler için “Hebâ oldu,” deriz.
Hebâ Arapçada “toz” demektir.
“Sen gel beni dinle, günlerimiz hebâ olmasın,” der şair.
Sağanak yağmurda trene yetişmeye çalışan bir adam. (Tiran - Arnavutluk, 1991, Nikos Economopoulos)
1912’de bağımsız olan Arnavutluk, 1917-1920 yıllarında İtalyan himayesine girdi. II. Dünya Savaşı'nda 1939’da İtalya, 1943'te de Nazi Almanyası tarafından işgal edilene kadar Prenslik, Cumhuriyet ve Krallık oldu. 1944 yılında Arnavutluk'ta işgal sona erdi ve Enver Hoca ile Emek Partisi önderliğinde Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti kuruldu.
1976’ta Mao'nun ölümünden sonra, Arnavutluk kendisini diğer devletlerden izole etmeye başladı. 1985 yılında Hoca'nın ölümünden sonra komünist yönetim çözülmeye başladı. 1991 yılında sosyalist yönetim sona erdi ve çok partili yönetime geçildi.
Tatlı krizlerinin imdadına yetişen Batılı bir tatlı waffle. Hikayesiyle sizleri şaşırtmak için köşemize konuk oluyor. Belçika’dan ihraç olduğunu biliyoruz ama sofralarımıza yolculuğu ne zaman ve nasıl başladı merak ediyorsanız, buyrun hemen alt paragrafa.
Yazılı kaynaklara göre tarihi 12. yüzyıla kadar uzanan waffle, Avrupalıların yeni kıtadaki kolonileşme faaliyetleriyle 17. yüzyılda Amerika’ya taşınmaya başlanır. Orijinal hâlinden uzaklaşan ve farklı besinlerle kombinlenen waffle’lar Amerika’da sevilip tüketilirken, 1964’teki New York Dünya Fuar’ında gerçek Brüksel waffle’ının sunumu stant önünde uzun kuyruklar oluşmasına sebep olur.
Fuarda sunulan altın renkli, dışı çıtır waffle hamurları asla sıkışık değil aksine, ısırdığını fark ettirmeyecek kadar hafif dokuludur. Geleneksel sunumu sade olan waffle’ların üzerini süslemek için -prensip gereği, en fazla krema ve çilek kullanılır ve çilekli hâli o kadar beğenilir ki stantta sadece çilek doğranması için 10 kişi görevlendirilir. Hamurlar ise aynı anda 24 makineyle beraber pişirilir. Ve bu fuar, Amerika içinde ve dünyada waffle’ın tanınırlığı açısından dönüm noktası olur.
Fakat yemekler insan mobilasyonuyla değişiyor, belki çeşitleniyor fakat orijinal hâliyle kalmıyor. Amerikalılar da Belçikalıların waffle’ını farklılaştırıyor; sokak yemeğinden çıkarıp kahvaltı ya da akşam yemeği menülerine ekliyor. Hamuru için aynı özeni göstermiyorlar. Ve Belçikalılara göre hamurun kaybolan lezzetini soslarla örtbas etmeye çalışıyorlar. Tavuk, yoğurt, falafel gibi farklı yiyeceklerle de kombinleyerek waffle için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.
Belçika waffle’ından alabildiğine uzak fakat Belçika waffle’ı diye satılan bu yenilikçi tatlar Belçika kralının moralini bir hayli bozmuş olacak ki 2007’de Thomas DeGeest’i Amerika’da gerçek Belçika waffle’ını yapması için görevlendiriyor. Bu amaçla kurulan Wafels & Dinges markası, New York sokaklarında karavan ile yaptığı satışlarıyla waffle'ın sokak lezzeti olduğunu unutturmuyor. Her ne kadar orijinal hâlinden uzaklaşan bir kültüre karşı kurulsa da Wafels & Dinges’in menüsünde de tavuklu ve soslu çeşitler sunuluyor; ve maalesef bunlar müşterilerinin favorisi!
Gerçeğin ne olduğu üzerine onca düşünce ve fikirler söylenmeye devam ederken ortaya yalan üzerine kurulu bir sanat dalı çıkıyor: Sinema! Günümüzde efektlerle filmler yapıldığı için sistem yalan üzerine kurulu değil; filmin kendi yapısı yalan üzerinedir. Olmayan şeyi olmuş gibi göstermek ve insanların öyle anlamasını sağlamak.. Kurmaca ol-muş gibi, gerçek-miş gibi yaparak inandırmacadır. Basit anlamda “seyrettiğimiz sadece bir film sakın inanmayın” mevzusu değil bahsetmek istediğim. Görüntüye ve kurmacaya tüm dünya alıştı. Sürekli yeni şeyler çıkıyor. Fakat burada filmi yapanın niyeti önemli bir nokta. Farklı ülkelerden yönetmenlerin sinemanın yalan oluşuna ve o yalanla bizi nerede bırakmak istediklerine örnek verelim. Kimisi dünyaya kimi daha ötelere.
Biri; “Savaş ve kriz gibi dramatik dönemlerde yalanlar ve sırlar insanların ayakta kalmasına yardımcı olabiliyor. Aynı zamanda da yaşamak için yeniden bir istek duymalarını sağlayabiliyor. Bu, bizim kurmaca için duyduğumuz istek ve ihtiyacın metaforu. Dolayısıyla filmlere de ihtiyaç duymamızın. … unutmayın sinema zaten bir yalandır.”
Bir başkası; “Film, gerçeğin ya da gerçeği bulma çabasının hizmetindeki, saniyede 24 kare akan bir yalandır.”
Daha bir başkası; “... hakikatin bir yansıması gibi görünen sinema filmlerim gibi bu filmler de hilelerle dolu olmasına rağmen tamamen akla yatkındır. Her şey yalan, hiçbir şey doğru değil ancak yine de hakikati gösteriyor. İzleyiciye gerçek dışı şeyler sunarım ancak bunu son derece ikna edici bir şekilde yaparım. Her bir yönetmen, hakikati kendine özgü bir biçimde yorumlar ve bu da her bir yönetmeni birer yalancı kılar. Ancak bu yalanlar, insanlığın derin hakikatlerini dışa vurma görevi görür.”
Sahici bir yalan olan film hakikate ulaştırabilir mi?
Nasıldı o şarkının devamı? “Seninle tekrar konuşmaya geldim”. 1967 yapımı Mezun (The Graduate) filmi Simon & Garfunkel’ın bugün bir klasik haline gelen Sound of Silence parçasıyla açılır. Bugün, filmin başarısında şarkıların payına atıf yapılırken o günlerde filmin başarısı sayesinde Simon & Garfunkel’ın tanındığı yargısı hakimdi.
Paul Simon & Art Garfunkel’dan müteşekkil ikili orta okulda tanışmışlar. Önceleri Tom & Jerry mahlasıyla giriştikleri deneme akim kalınca Simon & Garfunkel ismiyle 1964’te ilk albümleri Wednesday Morning, 3 A.M.’i yayınlamışlar. Başta tutmamış, öyle ki Paul Simon’ın Londra’ya taşınmasına sebep olmuş. Bu albümde yer alan Sound of Silence’ın radyolarda beklenmeyen başarısı karşısında ikili yeniden bir araya gelmiş. 1966’da şarkının ismiyle yeni bir albüm çıkarmışlar. Aynı yıl, albümdeki en güzel parça olan Scarborough Fair’deki dizelerden adını alan Parsley, Sage, Rosemary and Tyhme albümünü çıkmış.
Dönüm noktası ise kuşkusuz 1967’de Mezun filmi. Bu parçaları dünya çapında şöhrete ulaşmalarına vesile olmuş. 1968’de çıkan, filmle özdeşleşen Mrs. Robinson parçasının yer aldığı Bookends albümü ile yollarına devam eden ikili 1970’te yayınlanan Bridge Over Troubled Water’daki The Boxer ve El Condor Pasa ile başarılarının tesadüfi olmadığını ispat etmişlerdir.
Ne yazık ki 60’ların bitişi Simon & Garfunkel’ın da sonunu getirmiştir. Bazı organizasyonlarda bir araya gelseler de Simon ve Garfunkel yollarına yalnız devam etmişlerdir. Paul Simon çok tartışılan Güney Afrika konseri hariç müzik kariyerini görece iyi devam ettirmekte. Art Garfunkel şairlik ve oyunculuk denemeleri ile zaman zaman gündeme gelmiş ancak müzikal anlamda Simon’ın gölgesinde kalmıştır.
Çıktığı dönemde eleştirmenlerin pek hazzetmediğini vurgulayalım. Hâlâ dinlenen, sevilen klasikleri öylesine yer etmiştir ki Sound of Silence çıktıktan tam 40 yıl sonra, 2004’te Grammy Hall of Fame ödülüne layık görülmüştür. “Klasik”, tam olarak budur.
500. bölüme merdiven dayayan, Osmanlı tarihine dair ilginç yayınların olduğu Ottoman History Podcast bu hafta köşemizin konuğu. Büyük ölçüde İngilizce, yer yer Türkçe, Osmanlı Tarihi hususunda en kapsamlı ve yetkin bu yayınının tüm bölümlerine şuradan erişmek mümkündür.
Yuval Noah Harari - Homo Deus
İnsanın gelişimini anlattığı Sapiens kitabıyla çok büyük kitlelere ulaşan Harari, Homo Deus kitabında insanın geleceğine dair öngörülerini paylaşıyor. Geçmişle alakalı büyük iddialarda bulunan yazar, gelecek tahayyülünde haklı çıkacak mı?
Tom Robbins - Parfümün Dansı
Amerikalı yazarın, absürtlüğün doruklarında dolaşan ilginç benzetmeleri ve kurgusunun yanında tarihin farklı noktalarından başlattığı hikayeleri yarı hayal yarı gerçek olay örgüsünde, birbirine doğru yaklaştıran insanı içine alıveren bir roman.
İbrahim Kaya - Sosyal Teori ve Geç Modernlikler
Yazar, Türk deneyimini çoklu modernlikler teorisi çerçevesinde analiz ediyor. Türk modernliğini Batı modellerinin kopyası olarak anlayan yaklaşımları reddederek Batı ve Doğu'ya karşı konumlandığını ve Türk kültürünün kendisini tekilleştirdiğini iddia ediyor.